Hoşgeldiniz Ziyaretçi. Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - T.Taşpınar

Sayfa: 1 2 [3]
53

YERKÜRENİN 2 GÜNDE YARATILMASI


Göklerin Düzenlenmesi, Karanlık Madde

Kuran’da kozmik bir ölçü olarak “1 Gün = 50,000 yıl” süresinin bir kanıtı daha vardır. Astronomi ile ilgili bir kaynakta aynen şöyle bir bölüm vardır.
Güneş sisteminin oluşumu şu basamaklardan oluşmaktadır: Yıldızlararası gaz ve/veya tozdan oluşan bir bulut kendi çekimsel gücü sonucunda içeriye doğru büzülmeye başlıyor. Bu büzülmeyi başlatan olay bu bulutun yakınında meydana gelen bir Süpernova patlaması sonucu ortaya çıkan şok dalgaları ile gerçekleşebilir. Bulut çökmeye başladıktan sonra bulut ısınır ve merkezi bölgeye basınç uygular. Tozun buharlaşmasını sağlayacak kadar bir ısınma meydana gelebilir. Bu ilk büzülme evresinin ''100,000 yıl'' kadar süreceği düşünülmektedir''

Bu bilgiler ışığında bir de Kuran’daki şu ayetlere bakalım:

De ki: Gerçekten siz, ''yeri iki günde yaratanı'' inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
41(Fussilet)/ 9 

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin dedi. Her ikisi de: İsteyerek geldik dediler.
41(Fussilet)/11                                                                                                                                                                                                                                                                                     

Böylece Allah onları ''iki günde'' yedi gök olmak üzere ''yerine koydu''. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
41(Fussilet)/12                                                                                                                                                                                                                                                                                     

Görüldüğü gibi bilimsel kaynakta yıldızlararası “gaz ve/veya tozdan oluşan bulut'' şeklinde tanımlanan şey, ayette ''duman halinde bulunan gök” olarak tasvir edilmiştir. Daha önce saydamlaşmış halde bulunan Evren’de daha sonra bazı yerlerde yoğunlaşma olarak Güneş sistemi gibi yıldız sistemlerini oluşturacak olan gaz ve toz bulutları oluşmuştur. Sonra bu gaz ve toz bulutları büzülerek güneş sisteminin ilk şekillerini oluşturmuştur. Bu büzülmeler yerin ve yedi kat göğün ayette belirtildiği gibi ''yerine konduğu'', uzayda yerlerinin belirlenerek oluştuğu durumu ifade etmektedir. Uzayda asılı duran toz bulutlarından yıldızlar ve gezegenler gibi gökcisimleri oluşmuştur. Daha uzayda Yerküre diye bir şey yok iken, bu olay sonucunda yeryuvarlağı kendini göstermekte ve bir gökcismi halini almaktadır. Dikkati çekmesi gereken asıl şey, ayette iki gün olarak belirtilen sürenin, bilimsel kaynaklarda büzülmenin oluştuğu süreç için 100,000 yıl olarak verilmesidir.

Sonuç olarak;  2 gün x 50,000 yıl=100,000 yıl süresini vermekte ve Fussilet suresi 9. ayette de Yerküre’nin  “iki günde'' yaratıldığı bilgisiyle birebir uyuşmaktadır.

Başka bir kaynakta ise, “5-6 milyar yıl önce yıldızlar arası toz bulutlarından oluşan Dünya, oluşumunun ilk evrelerinde gevşek bir yapı göstermiştir. Dünya’nın büyüklüğü bugünkünden daha fazla idi... Artan yoğunlukla bu büyük küre gittikçe büzülmeye ve küçülmeye başladı... Büyüyen basınç ile kütle konglomeraları halinde bulunan radyoaktif elementler parçalandı ve sıcaklık yükseldi... Bu ısınma iç tarafın akıcı bir hal almasına ve maddelerin ağırlıklarına göre içten dışa doğru dizilmesine neden oldu. Böylece nikel ve demir gibi ağır metaller merkeze, hafif metaller ve bileşikler ise kabuk şeklinde dışa yığıldı...  (100 bin yıl sürdüğü düşünülüyor.)”
http://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/252905-dunya-ve-insanlar-nasil-olusmustur.html
http://www.bilimfeneri.gen.tr/phpBB2/viewtopic.php?p=11875

Görüldüğü üzere hem Güneş sistemi hem Yerkürenin oluşumu için aynı süre olan 100,000 yıl tahmin ediliyor. Tabi tüm bunların aynı anda yaratıldığı anlamına gelmiyor. Oluşma sürelerinin aynı süreye denk geldiği anlaşılmalıdır.

Diğer bir bilimsel kaynakta ise şöyle bir bölüm vardır:  Yer’in oluşumu ile Samanyolu’nun oluşumu aynı esaslara ve büyük bir ihtimalle aynı zaman dilimine rastlanmaktadır. Bu konudaki ilk teori ünlü Fransız gök bilimci Laplace (1749-1827) tarafından 1796 yılında ileri sürülmüştür.
(Nebula kuramı;http://www.bilgipasaji.com/forum/c-d-455/68288-dunyanin-olusumu.html)

Güneş sistemi gibi gökcisimlerinin gaz ve toz bulutundan yoğunlaşıp büzülerek oluştuğu 2 gün x 50,000 yıl =100,000 yıl süresi, Dünyamızın da Güneş sistemine dahil bir gökcismi olduğunu düşünürsek, ikisi içinde aynı sürenin verilmesi de aynı şekilde mucizevî bir durumdur. Kaynakta büzülmeyi başlatan olaya Süpernova patlamasının şok dalgaları gösteriliyor. Fakat bu Süpernovalar, oluşumdan önceki durumu açıklayamaz. Mutlaka bir yerde Allah'ın kudretinin ve bildiriminin devreye girdiğini gösterir. Meâric 4. ayetin sonunda ''bunu bir bilene sor'' denilerek 50,000 yıl ile ilgili bu mucizevî sırrın anlaşılabilmesi için çok özel bilgilere sahip olunması, yani Evren’in ilk anından itibaren 300,000 yıl sonrasıyla ilgili bilgilere ulaşılabilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.  Sonuç olarak,  Kuran'da hem Yerküre’nin hem de
Göklerin (Güneş sistemi dâhil) oluşum süreci için 50,000 yıldan oluşan iki günün belirtilmesi; Kuran ayetlerinin ve bilimin hem Yerküre hem de Güneş sisteminin oluşması için 100,000 yılı vermesi, mucizeyi açıkça ortaya koymaktadır. Yani hem yıldızların hem de gezegenlerin ilk şekillerini alması süreci için Kuran'daki süreyle aynı süre verilmiştir. Bu konuyla ilgili en güncel bilgileri içeren kaynaklarda da hem Güneş ve yıldızların hem de Yerküre’nin bir gökcismi olarak ilk şekillerini almasında (incelediğinde göreceği üzere) hep aynı süre (100,000 yıl) verilmiştir.
http://www.solstation.com/stars/sol-sum.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Formation_and_evolution_of_the_Solar_System
http://stardate.org/resources/ssguide/planet_form.html  http://en.wikipedia.org/wiki/Nebular_hypothesis

Bu konuda üzerinde durulması gereken bir olaya daha dikkat çekilmesi gerekir. Altı günde yaratmanın geçtiği hiçbir ayette yıldızlar, Dünya ve Ay’dan bahsedilse bile, bunlar altı günde yaratmanın içine dâhil edilmez. Hep ''yer ve gökler ile bu ikisi arasındakiler'' şeklinde genel olarak maddeyi tasvir edecek şekilde bir tarif yapılır. Çünkü bu 300,000 yıllık süreç içinde henüz yıldız, galaksi ve gezegen gibi gök cisimleri oluşmamıştır. Bunların temel yapı taşları olan atomlar yani henüz şekil almamış olan madde oluşmaya başlamıştır. Zaten altı günde yaratmanın geçtiği ayetlerin birinde örneğin yıldızların ya da dünyanın bu altı günde yaratıldığından bahsetseydi bu bir çelişki oluştururdu. Yer ve gökler ve ikisi arasındakiler sözüyle genel olarak maddenin tümünü kapsayan, yani yerde ve gökte gördüğümüz bütün maddelerin temel yapı taşı olan atomların yaratıldığı kastedilerek böyle bir tanımlama yapılmıştır. Yaratılan bu ilk evredeki hidrojen ve helyum atomları, daha sonra oluşacak olan yıldızlardaki çok yüksek sıcaklıklarda oluşan reaksiyonlar sonucundaki diğer elementlerini oluşturacaktır. Hatta burada ''ikisi arasındakiler'' sözüyle, astrofizikçilerin ''karanlık madde'' olarak tanımladıkları, galaksileri oluşturan yıldızların uzaya dağılmalarını önlediği iddia edilen madde benzeri varlığın da kastedildiği düşünülebilir. Milyarlarca yıldızdan oluşan galaksiler çok büyük hızla sarmal bir şekilde dönerler. Bunun oluşturduğu merkez kaç kuvveti, galaksiyi oluşturan yıldızların toplam kütlesinden çok daha fazladır. Bu yüzden gök bilimciler galaksilerin uzaya dağılmalarını önleyen, bilinen maddenin dışında madde benzeri bir varlığın olması gerektiğini savunuyorlar. Bu varlığı da kesin olarak tanımlayamadıkları için ''karanlık madde'' olarak isimlendirirler. Henüz galaksiler yoktur ama karanlık madde vardır. Tam olarak madde özelliği gösteremedikleri için ''arada kalan'' bir formdur. (madenim başka bir halidir.) Aynı zamanda bu daha sonra tüm gökcisimlerinin arasındaki boşlukları da dolduracağı için ''yer ve gökler arasındakiler'' şeklindeki tasvirin tam yerinde kullanıldığını gösterir. Fussilet suresinin 12. ayetinde “En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk'' derken,  en yakın gök olarak, yıldızlarını görebildiğimiz Samanyolu galaksimiz ve bunun yanında ileriki bölümlerde bahsedilecek olan Gould Kuşağı gibi oluşumlar; onun uzaya dağılıp yok olmasını önleyen ve koruyan olarak da az önce sözü edilen karanlık madde,  yani ''yer ve gökler arasındakiler'' kastediliyor olmalıdır.

Büyük Patlamadan Sonraki Homojenlik:

Evren’in oluşumunu açıklayan Büyük Patlama (Big Bang) teorisinin en önemli kanıtı olan ve büyük patlamadan bugüne kadar geldiği savunulan ''kozmik fon radyasyonu'' denen bir olay keşfedilmişti. Bu keşiften bahseden bir kaynakta şöyle bir yorum vardır.

''Fakat bu keşif ortaya çözülmesi gereken bir de bilmece çıkardı. Fon radyasyonu, büyük patlamadan 300.000 yıl sonra gazın son derece homojen olduğunu göstermektedir. Gazın içinde büyük topaklar ve delikler olsaydı, bunlar radyasyonun gökyüzündeki dağılımında sıcak ve soğuk bölgeler olarak gözükecekti. Öte yandan bugün çok topaklıdır. Kümeler, ince uzun gruplar halinde toplanan galaksiler ve bunların aralarında boşluklar vardı. Bu büyük yapılar, orijinal gazın içindeki topaklardan çıkmış olması gerekmektedir. Tıpkı sütün topaklanarak peynire dönüşmesi gibi''
http://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Patlama

Yukarıdaki paragrafta, daha sonra oluşacak olan galaksilerin ön şekilleri olan topaklanmaların sıcak gazın içinde var olmaları gerektiğine fakat 300,000 bin yıllık süreç içinde son derece homojen bir yapıda olduğu ve bunun sebebinin anlaşılamadığına dikkat çekiliyor. Sanki sonradan belirli bir müdahale olmuş gibidir. Burada Kuran’daki şu ayet akla geliyor.
 
"Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'tır.''
10 (Yunus)/3

Ayrıca Bakara suresi 29. ayette “Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi” ve Fussilet suresi 11.  ayette ‘’Sonra duman halinde olan göğe yöneldi’’ sözleri de Yüce Allah’ın yaratma iradesini göklere yönelttiğine, yani yeni bir yaratış için ona yeni bir düzen ve şekil verdiğine birer işaret oluşturmaktadır. Homojen bir plazma ya da gaz birikimi olarak tasvir edilebilecek olan Evren, sonradan O’nun yaratma iradesinin verdiği enerjiyle bugünkü galaksiler ve yıldızlar oluşmuştur.



54

EVRENİN 6 GÜNDE YARATILMASI
   
Bakara suresi (2:29)

O ki, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra (kendine has bir şekilde) semaya yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi (tanzim etti). O, her şeyi hakkıyla bilendir.

Bu ayette ''Yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı'' cümlesindeki  ''yaratma'' sözcüğü, Evren’in altı günde yaratılması, yani evreni oluşturan tüm maddenin yapıtaşlarının (atomaltı parçacıkların) Büyük Patlamadan itibaren 300.000 yıl içinde ve Meâric 4. ayet bağlamında 50 bin yıldan oluşan 6 günde yaratılmasına atıf olarak değerlendirilmelidir. Çünkü ayette Yerküre'nin değil, ''yerde gördüğümüz her şeyin'' yaratılmasından bahsediliyor. Doğaldır ki, yerde bulunan her şey de bu altı günde yaratılan maddenin içine dahildir. Ayetin devamında da göğe yönelip göklerin yedi kat olarak düzenlendiğinden bahsediliyor.

Nâziât suresi

(79:27) Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı? ki onu Allah bina etti,
(79:28) Onu yükseltti, düzene koydu,
(79:29) Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı.
(79:30) Ondan sonra da yerküreyi döşedi,
(79:31) Yerden suyunu ve otlağını çıkardı,
(79:32) Dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.

Bu ayetlerdeki göğün yaratılması ve bina edilerek yükseltilmesi, Evren’in Büyük Patlamadan itibaren genişlemeye başlamasını tasvir etmektedir. Evren’in genişlemesiyle gök bina edilmiş ve yükseltilmiştir. Daha sonraki ayette gecesinin karartılması ve gündüzünün ağartılması ise, Büyük Patlamadan itibaren 300.000 yıl sonrasında, Evren’de serbest dolaşan elektronların elektro manyetik kuvvetlerin devreye girmesiyle atom çekirdeği etrafındaki yörüngelere dizilmesi ve bu sayede ışığı yayan fotonların serbestçe Evren’de yayılmaları sayesinde Evren’in saydamlaşması olmalıdır. Evren saydamlaşınca, yani ışığı geçirgen bir hale gelince ancak ışık ve karanlık ortaya çıkmıştır.



NAZİAT: 27-32 VE İSRA: 12 AYETLERİNDE GEÇEN KARANLIĞIN VE AYDINLIĞIN YARATILMASI

Yukarıdaki paragrafta verilen bilgilerin yanında, bu ayetlerdeki anlatımları çok daha iyi açıklayan bazı bilimsel bulgulardan bahsetmek gerekir:

“NASA’nın teleskopları Swift uydusunun nisan ayında tespit ettiği 13,7 milyar ışık yılı öteden gelen 10 sn. büyük patlama görüntüsüne odaklandı: Karanlık çağ çok yakında aydınlanabilir.
13 milyar ışık yılı önce meydana gelen gama ışını patlaması, evren haritasındaki karanlık bir bölgenin keşfedilmesi konusunda ipuçları veriyor. Evreni oluşturduğu düşünülen Büyük Patlama 13,7 milyar yıl önce gerçekleşti. Bunu bir “kozmik karanlık çağ” izledi.
....
Karanlık çağ denen dönemin 900 milyon yıl sürdüğü tahmin ediliyor. İlk yıldızların ve galaksilerin oluşumu ise bu karanlık çağın sona ermesiyle başlıyor.”
http://www.teknolojide.com/haber/uzay.aspx

“Astronomlar, uzay teleskopu Hubble sayesinde, evrenin karanlık döneminin sonlarını gözlemlemeyi başardılar. Bu dönem, Büyük Patlama’dan sonraki 1 milyar yıllık dönemi kapsıyor.
Bilim dünyasında genel kabul gören kurama göre, Büyük Patlama’dan sonra evren genişleyerek soğumaya başladı ve Büyük Patlama’dan 300 bin yıl sonra karanlık döneme girildi. Bu dönemde yıldız ve galaksiler oluştu. 1 milyar yıl sonunda da evren, yıldız ve galaksilerin yaymaya başladıkları ışıklarla süslenmeye başladı.”
Hubble 13 milyar yıl öncesini gördü
{Anadolu Ajansı}
10 Ocak 2003
http://forum.ufonet.be/viewtopic.php?f=27&t=8555
http://www.nasa.gov/vision/universe/starsgalaxies/hubble_UDF.html

İsra Suresi 12. Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet yaptık; sonra gecenin ayetini silip gündüzün ayetini gösterici yaptık ki, Rabbinizden bir lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabı bilesiniz. Biz her şeyi ayrıntılı bir biçimde açıkladık.

Görüleceği üzere, Büyük Patlama ile birlikte madde ve enerjinin yaratılmasından sonra, 900 milyon-1 milyar yıl gibi bir süre evren hiçbir ışığın bulunmadığı karanlık bir döneme girmiştir. Bundan önce 300 bin yıl zarfında ışığın yayılmasını sağlayan fotonlar yaratılmış fakat bu fotonların harekete geçmesini sağlayacak olan reaksiyonlar, bahsedilen karanlık dönem boyunca olmamıştır. Diğer bir deyişle evrenin yaratılmasını sağlayan enerji maddeye dönüşmüş, daha sonra bu maddenin enerjiye dönüşümü -ki ışık da bir enerjidir- bu karanlık dönem boyunca gerçekleşmemiştir. Bunun sonucunda Naziat ve İsra surelerinin bahsedilen ayetlerinde geçen ve evrende önce karanlığın var olduğu ve sonrasında aydınlığın yaratıldığına dair anlatım ve ifadelerin mucizevî bir şekilde, ne kadar doğru olduğuna ve çok önemli fakat çok az bilinen bazı bilimsel gerçeklikleri yansıttığına da tanık oluyoruz.

Dikkat edilirse ayetlerde Yerküre'nin değil, göklerin yaratılmasından bahsedilirken gecesinin karartılmasından ve ışığın çıkartılmasından söz ediliyor. Eğer Yerkürenin gecesinin karartılması ve gündüzünün ağartılmasından bahsedilseydi, o zaman diliminde doğal olarak Güneşin de var olması gerektiğini düşünebilirdik. Fakat Büyük Patlamanın ilk 300.000 yılında henüz Güneş’in var olamayacağı açıktır.

Bakara Suresi 29. ayet, Naziat Suresi 27-32 ve İsra Suresi 12. ayetler ile ilgili olarak yukarıda belirttiğim açıklamalar göz önüne alınmadan, yerin ve göklerin yaratılmasındaki sıra yani öncelik sonralık ilişkisi yönünden bir çelişki olduğu iddiaları ileri sürülebilmektedir. Bakara Suresi 29. ayette önce yerin yaratıldığı, Naziat Suresindeki ayetlerde ise önce göklerin yaratıldığının belirtildiği ileri sürülüyor. Fakat modern bilimin ışığında yukarıda yaptığım açıklamalar göz önüne alındığında ve mantıklı bir şekilde düşünüldüğünde hiçbir çelişkili durumun söz konusu olmadığını anlayabiliriz.



55
KURAN’DA EVRENSEL BOYUTTAKİ YARATILIŞIN ZAMAN BİRİMİ

Evrenimizin oluşumunu açıklayan bilimsel kaynaklardan bazı alıntılar yaparak konuya girmek daha yerinde olacaktır. Big Bang ya da Büyük Patlama, Evren’in yaklaşık 14 milyar yıl önce çok yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan bir bilimsel teoridir.

•Büyük patlamadan sonra evren radyasyondan yayılan çok sıcak gazla dolmuştur. İlk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K'ye (2726,85 santigrad) düşünce bu parçacıklar birleştiler ve atomlar oluştu.
http://tr.wikipedia.org/wiki/B%C3%BCy%C3%BCk_Patlama

•Yaygın bilimsel görüşe göre Big Bang ' den sonra, henüz madde oluşmamışken, patlamanın ortaya çıkardığı ışın parçacıkları serbest elektronlarla etrafa yayılıyordu. Tahminlere göre patlamadan yaklaşık 300.000 yıl sonra bu elektronların bir araya gelmesiyle madde oluştu.
(Kaynak: http://www.ilmimercek.net/?Pg=Detail&Number=7288)

Bu ilk dakikalardan sonra evren oldukça soğumuştur. Bunun sonucu çekirdeksel kuvvetlerin etkinliği bitiyor. Evrenin o sıradaki bileşimi %75 Hidrojen ve %25 Helyum çekirdeğinden oluşmuş ve sonraki 300.000 yıl boyunca hiçbir değişim meydana gelmemiştir. Bu süre sonunda sıcaklık 3.000 derecenin altına düşünce, elektromanyetik kuvvet sahneye çıkmıştır. Elektronları mevcut çekirdeklerin çevresinde yörüngeye sokularak ilk Hidrojen ve Helyum atomları yaratılıyor. Böylece serbest elektronların ortadan çekilmeye başlaması evreni saydamlaştırmıştır.

•Büyük patlamadan 10 dakika sonra İlk atom çekirdekleri olan Hidrojen ve Helyum çekirdeği oluşur:
 1 proton + 1 Nötron = Hidrojen çekirdeği (Evrenin %75’idir)
 2 Proton + 2 Nötron = Helyum çekirdeği (Evrenin %25’idir)
300.000 yıl boyunca dinlenme dönemi  (sıcaklık 3.000 derecenin altına düşer) Elektromanyetik kuvvetler devreye girer,  elektronlar çekirdeklerin etrafında yörüngeye dizilir ve ilk Hidrojen ve Helyum atomları oluşur. Evren saydamlaştığı için,  Fotonlar serbestçe yayılmaya başlar.  (Kaynak: http://www.historicalsense.com/Archive/Fener7_4.htm)

•Büyük Patlamanın hemen ardından, Evren, atomların oluşabilmesi için fazla sıcaktı. İlk atomlar, Evrenin ortaya çıkışından yaklaşık 300 binyıl sonra meydana gelmeye başladı. 
(Kaynak:http://www.haberbilgi.com/bilim/astronomi/evrende_geri_kazanim.html )

•Bu büyük patlamadan 300,000 yıl sonra yani bundan aşağı yukarı 13,5 milyar yıl önce evrenin ilk görülebilir halinin fotoğrafı çekildi. 1992 yılında NASA’nın COBE uydusunun çektiği bu fotoğrafın astrofizikçilerin hesaplarına tam uyumlu olduğu gözüktü.
http://www.salom.com.tr/news/detail/8427-Einstein-Tanri-zar-atmaz--Tanri
http://www.godandscience.org/apologetics/bigbang.html,
http://lisa.nasa.gov/SCIENCE/echoes.html,
http://www.visionlearning.com/library/module_viewer.php?mid=67
http://science.nasa.gov/astrophysics/big-questions/what-are-the-origin-evolution-and-fate-of-the-universe/   
     

http://www.mmf.selcuk.edu.tr/personel/yeren/yasareren/pdfdosy/jeomuh_giris/Microsoft%20PowerPoint%20-%203-jmg-dunya.pdf

 

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/509/buyuk_deney_poster.pdf (Bilim Ve Teknik Dergisi-Nisan 2010. 509.sayı poster eki)

Şimdi bu bilgiler ışığında Kur'an-ı Kerim'de Evren’in oluşumuyla ilgili hangi işaretler bulunduğuna geçebiliriz.
 


KURAN’A GÖRE ÖLÇÜ 50 BİN YILDIR
 
İlk atomların ve dolayısıyla maddenin oluşum sürecinde belli bir süre göze çarpmaktadır. Bu süre 300,000 yıldır. Büyük patlamadan 300,000 yıl sonra elektromanyetik kuvvetlerin devreye girmesiyle elektronların çekirdeklerin etrafında yörüngeye dizilerek atomların (maddenin) oluştuğu bu konuyla ilgili benim incelediğim bilimsel kaynakların tümünde vurgulanmıştır. Peki, Kuran’da bu 300.000 yıl ile ilgili ne gibi bir işaret vardır? Bunun açıklamasını yapabilmek için ilk önce şu ayetlere dikkat çekmek gerekir.
 
Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri “ALTI GÜN”de  yaratan,
sonra Arş'a istiva eden (ona hükmeden) Rahman'dır. Bunu bir bilene sor.

25 ( Furkan) / 59

Melekler ve Ruh (Cebrail), oraya, miktarı (Dünya yılı ile) “ELLİBİN YIL” olan bir günde yükselip çıkar.
70 (Meâric)/ 4
Kuran-ı Kerim'deki toplam yedi ayette evrenin yaratılmasıyla ilgili belli bir süreden söz ediliyor:  Bu süre ''Altı gün''dür. Meâric suresinin 4. ayetinde ise, bize zamanın akışı ile ilgili kozmik bir ölçü veriliyor; 1 gün = 50,000 yıl. Kuran’da Allah katında bir günün insanlar için ''bin yıl'' gibi olduğuna dair ayetler de vardır. Fakat bu ayetlerde zamanın izafiliği ve Allah için zamanın akışının farkını vurgulamak için bizim de günlük dilde kullandığımız ''Binyıl'' gibi genel bir örnekseme kullanılıyor. Ayrıca içinde ''Binyıl''ın geçtiği bu ayetlerde ''sizin saya geldiklerinizden'' ya da ''sizin saymakta olduğunuz yıllardan'' denilerek de özel bir duruma dikkat çekiliyor. Çünkü onların saya geldiği yıllar Kameri takvime göre saydıkları yıllardır.
 
Kuran’ın indirildiği zamanlarda kullanılan Kameri takvime göre bir yılın süresi Miladi takvime göre 11 gün eksiktir ve Miladi takvime göre de farklı zaman dilimlerini ifade eder. Bu durum Miladi takvim dışındaki diğer takvim sistemleri için de geçerlidir. (Çin ve Maya takvimleri gibi) Hatta o zamanlar kullanılan Miladi takvim bile gerçekte tam olarak Dünya’nın Güneş çevresindeki dönüş süresini karşılamaz. Bu yüzden ellibin yılın geçtiği Meâric 4. ayette ise ''sizin saya geldiklerinizden'' sözü ''özellikle'' kullanılmamıştır. Bilimin keşfetmiş olduğu, Evrenin yani maddenin oluşumuyla ilgili hesaplanan süre olan 300.000 yıl,  Ay'ın hareketleri değil, Dünya'nın Güneş çevresindeki dönüş süresi olan birim yıl (1 yıl) olarak alınmıştır. Kuran'daki 50,000 yıllık sürede de zaman dilimi olarak sayıla gelen ve süresi bilinen yıllardan değil, o zamanlar için farazi sayılacak bir sürenin,  yani Dünya'nın Güneş çevresindeki dönüş süresinin esas alındığını görürüz. Kuran’da ‘’gün’’ (yewm) kelimesinin tekil olarak -ek almadan yalın halde- 365 defa geçiyor olması da, ölçü alınan süre olarak Dünya’nın Güneş çevresindeki dönüş süresinin alınmış olduğuna dair kuvvetli bir işarettir. Ellibin yıldan oluşan bir gün için de ''sizin saya geldiklerinizden'' denseydi bu ellibin yıl Miladi Takvime göre daha az veya daha farklı bir zamanı ifade edeceği için 300.000 yıldan çıkarak beklediğimiz sonucu yani 6 günü bulamazdık. Bu açıklama yanlış anlaşılmamalıdır. Çünkü 300 bin yıla ya da 6 gün sonucuna ulaşabilmek için herhangi bir zorlama değil, ayette  ‘’sizin saya geldiklerinizden’’ denmediği içindir.Şimdi basit bir matematik hesabıyla Kuran'da birçok kez bahsi geçen 6 günde yaratmanın sırrını çözebiliriz;


Bugün bazı kaynaklarda evrenin altı günde yaratılmasıyla ilgili olarak, altı gün ile evrenin bugünkü yaşı arasında bağıntı kurularak açıklama yapılmaya çalışılmıştır. Ancak bunun sağlıklı bir yöntem olamayacağı açıktır. Zira evrenin yaşı her an sürekli değişen bir süreyi ifade eder. Kuran’daki altı gün ise Kuran ayetlerinin hiçbir zaman değişmediği ve değişemeyeceği için mutlak sabit olan bir süreyi ifade eder. Diyelim ki altı gün ile her hangi bir formül ya da bağıntı kullanılarak evrenin bugünkü tahmin edilen yaşına ulaştık. Peki,  örneğin bugünden (kıyametin o zamana kadar da kopmadığını varsayarsak)  on milyar yıl sonra aynı formül ile ve aynı kalacak olan altı gün ile evrenin o günkü yaşına da ulaşılabilecek midir? Yoksa o formülde zamana göre sürekli değişiklik mi yapılacaktır?

Kuran meallerinde ve tefsirlerinde özellikle evrenin altı günde yaratılması ve yerkürenin iki günde yaratılmasıyla ilgili olarak, (aynı şey dört günde gıdaların takdir edilmesiyle ilgili olarak da geçerlidir) ayetlerde bu ‘’günler’’ ile bildiğimiz anlamıyla 24 saatten oluşan günlerin kastedilmediği, bu günler ile ‘’altı devir’’ ya da ‘’iki devir’’ kastedildiğine ilişkin açıklamalar yapılıyor. Zaten bu günlerin 24 saatten oluşan günler olamayacağı açıktır. Ancak ‘’devir’’ ile neyin kastedildiği, bu devirlerin her birinin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğine ve bu devirlerin her birini diğerlerinden ayıran özellikleri bugün modern bilimin ulaştığı bilgilerle dahi açıklığa kavuşturulamadığı için ‘’muğlâk ‘’olarak kalmaktadır. Bu durum da Kuran’ın anlaşılması yönünden sakınca ve zorluklar ortaya çıkarmaktadır. Tabii ki bu durumdan iyi niyetle ve Kuran’ın insanlar tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için çaba harcayan meal ve tefsir yazan ilim adamlarımızı sorumlu tutamayız. Elbette, onlar da ilim adamı vasfıyla bilime, akla ve mantığa daha uygun bir açıklamayı biliyor olsalardı mutlaka bunlara yer verirlerdi.

İşte, bahsettiğimiz açıklamaların temel amacı da budur. Ayetlerin anlamıyla ilgili olarak neye inanılması gerektiği konusunda fikir verebilecek konumda değiliz. Ancak, söz konusu ayetlerin açıklanmasında bu görüş ve bilgilerin de mutlaka değerlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

NASA'nın kozmik fon radyasyonunu araştırmak üzere uzaya gönderdiği (1989) COBE uydusunun ulaştığı veriler de büyük patlamadan 300.000 yıl sonra ilk ışığın Evrende yayılmaya başladığı yani atomların, dolayısıyla da maddenin bütün yapı taşlarının oluşup atomlara dönüşmeye başladığını doğrulamaktadır. 2001 yılında yine NASA tarafında uzaya gönderilen WMAP uydusu da büyük patlamadan 379,000 yıl sonra Evrenin %4 ünün ve 380000 yıl sonra Evrenin %12 sinin atomlara dönüşmüş olduğunu gösteren veriler alınmıştır. Bu veriler NASA'nın resmi internet sitesinde COBE ve WMAP uydularıyla ilgili bölümlerde yayınlanmaktadır. Bu veriler, Evren’in başlangıcından itibaren 300.000 yıl sonra yani Kuran’daki şekliyle 6 günde maddenin tüm yapı taşlarının, tüm atom altı parçacıklarının oluştuğunu, yani atomların oluşmaya başladığını doğrulamaktadır.

En son bilimsel bulgularda, Evren’in oluşumunda kozmik ses dalgalarının rolü ve bunların 300.000 yıl içinde etkili olabildiği açıklanmaktadır.

Yukarıda anlatılan bilimsel verilere ek olarak, Tübitak’ın (Türkiye Bilimsel Ve Teknik Araştırmalar Kurumu) resmi sitesinde yayınlanan ve 2009 yılına ait, Michigan Üniversitesi yayınları arasında bulunan çalışmalarda da Evren’in ilk 300.000 yılına ait verilerden bahsedilmiştir. (Ayrıca WMAP uydusunun verileri de nazara alınmıştır.)

TUG Cosmology School 2009 Dragan Huterer, University of Michigan
http://obscos_09.tug.tubitak.gov.tr/docs/lec1_TUG_Huterer.pdf

Bu verilerin yanında Nasa’nın resmi sitesinde yayınlanan Beyond Einstein: from the Big Bang to black holes  adlı bölümde 300.000 yıla ait verilerden söz edilmektedir.                
http://www.universe.nasa.gov/reports_pubs/Beyond-Einstein.pdf

Yine buna ek olarak Kaliforniya Üniversitesi’nin 2010 yılı tarihli New Cosmology başlıklı seminerinden alınan yayınlarında da 300.000 yıldan birçok kez söz edilmektedir.       
http://sdcc3.ucsd.edu/~ir118/MAE192W10/MAE192W10.html
                                                                               
Bu konuyla alakalı en son bilimsel bulgularda Evren’in oluşumunda kozmik ses dalgalarının rolü ve bunların 300.000 yıl içinde etkili olabildiği açıklanmaktadır.

Çoğu kozmologlara göre; Big Bang’den hemen kısa bir süre sonra (belki şişme döneminde) gravitasyonel değişimlerin sebebi, ses dalgalarının hidrojen gazını tetiklemesi sonucudur. Bu dalgalar donmadan önce 300.000 yıl yaşarlar. Limit mesafede hareket eder veya belirli sayıda osilasyon yaparlar.
http://gokbilgi.blogspot.com/2009/01/galaksi-abell-1835-ve-karanlk-enerji.html

Alıntı
Yukarıdaki kaynakta belirtilen bilgiler California Teknoloji Enstitüsü’nün (California Institute of Technology) internet sitesinden alınmıştır. Bu kaynakta aynen şu şekilde açıklama bulunmaktadır.
“Most cosmologists believe that sound waves were induced in the hydrogen gas in response to the gravitational fluctuations set up shortly after the Big Bang (perhaps by the episode of inflation). Since these waves have only 300 000 years to live, they can only move or a limited distance (or oscillate a certain number of times) before freezing out.

This distance is called the "sonic horizon" and sets a fundamental length scale in the early universe. The first and largest peak in the above spectrum corresponds to sound waves that were just starting their first period of compression when the freeze out occurred. (These are very low frequency sound waves!) The succesive peaks correspond to higher frequency waves alternately caught in periods of rarefaction and compression at the time of lastscatter.”   
http://www.pma.caltech.edu/Courses/ph12/papers/WMAP.pdf

Bu kaynakta WMAP uydusunun verileri de değerlendirilirken önce bu uydunun verilerinin alındığı zaman olan Büyük Patlama’dan sonraki 380 bin yıldan bahsedilir, sonra da bugünkü Evren’de bulunan maddenin ilk oluşum sebebinin 300.000 yıl etkisini sürdürebilen kozmik ses dalgaları olduğu üzerinde durulmaktadır. Aşağıda verilen kaynaktaki bilgiler de bu konuda aydınlatıcı olabilir.

Kozmik ses dalgaları: Big Bang’ten hemen sonra ortaya çıkan kozmik ses dalgaları da haritaya entegre edildi. Erken Evren’de fotonlar tarafından emildiği düşünülen bu dalgaların varlığı ilk kez geçen yıl keşfedilmişti. Erken Evren kabul edilen ilk 300 bin yıla ait ‘yankı’ları taşıyan bu kozmik ses dalgalarından, galaksilerin dağılımını anlamada istifade edilecek. İlk 300 bin yıl zarfında evren yoğun ve kızmış bir top şeklindeydi. Erken Evren’de hidrojen atomları iyonize olarak, proton ve elektronlara ayrışıyordu. Bilim insanları kozmik ses dalgalarını da hesaba katarak, astronomik ölçümlerin kesinliğini artırmayı hedefliyor.”
Kaynak: New Scientist 15 May 2006 by Kimm Groshong 
http://www.newscientist.com/article/dn9164-biggest-map-of-universe-reveals-colossal-structures.html
http://thaber.wordpress.com/page/14/

Yeniden Diriliş ve Ses Dalgaları

Yukarıdaki kaynaklarda verilen bilgilerde evrenin ilk yaratılışında, yani Büyük Patlama olayında, kozmik ses dalgalarının rolünden bahsedilmektedir. Bu ses dalgaları bugünkü Evren’in bile şekillenmesinde temel etkenlerden biri olmuştur. Bu konuda daha da ilginç olan nokta, ölümden sonra tekrar dirilişten yani ikinci yaratılıştan bahsedilen ayetlerde de açıkça “ses”ten ve bu çok güçlü sesin etkisiyle yeniden yaratılışın gerçekleşmesinden söz edilmektedir. Aşağıda verilen şu ayetlerde bu durumu tespit edebiliriz.

Bunlar da ancak, bir an gecikmesi olmayan korkunç bir ses beklemektedirler.
38 (Sad)/15

Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.
36 (Yasin)/49

Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.
36 (Yasin)/53

O (diriltme) korkunç bir sesten ibaret olacak, o anda hemen onların gözleri açılıp etrafa bakacaklar.
37 (Saffat)/19

Seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver. O gün insanlar bu sesi gerçekten işiteceklerdir.
İşte bu, çıkış günüdür.

50 (Kaf)/41,42

Tekrar diriliş yani ahiret hayatının başlangıcı ikinci bir Big Bang gibi ses dalgalarının etkisiyle gerçekleşecek bir olay olmalıdır. Çünkü bu kozmik ses dalgaları Evren’in oluşumunu sağlayan ilk enerjiyi evreni aynı zamanda şekillendirecek şekilde Yüce Allah tarafından yaratılmış ve yönlendirilmiş olmalıdır. Yeniden diriliş de yeni bir şekillenmenin sonucunda gerçekleşebilir ve ses dalgaları gibi bir enerjiye muhtaçtır. Bunları takdir edebilecek ve yaratabilecek güç ise yalnızca Yüce Allah’ta bulunmaktadır.

MEARİC 4. AYETTEN NASIL EVRENSEL (KOZMİK) BİR ÖLÇÜ ÇIKARIYORUZ?

Kuran ayetlerinde Evren’in ve Yerkürenin yaratılması ve gıdaların takdir edilmesiyle ilgili olarak verilen “altı gün”, “iki gün” ve “dört gün” olarak bildiğimiz anlamıyla, 24 saatten oluşan günler olmadığı açıktır. Bunlar sembolik günlerdir ancak, süresi ve özellikleri belli olan günleri (devirleri) ifade etmez. Çünkü bugün modern bilimin bu yönde genel kabul görmüş bir bulgusu yoktur. Bu sembolik günlerin neyi ifade ettiğine dair çıkarım yapabileceğimiz Kuran ayetlerinde sadece iki zaman dilimi için ‘’bir güne eşit’’ süreden bahsedilmiştir. Bunlar 50 bin yıl ve bin yıldır. Bunlardan bin yılın neden ölçü olamayacağını yukarıda açıklamaya çalıştık. Yüce Allah’ın “sizin saya geldiğiniz yıllardan” diyerek 1000 yılın zamanın izafiliğini açıklamak için kullanılmış olabileceği ortadadır. Geriye akla ve mantığa uygun olan Meâric suresinin 4. ayetindeki “50 bin yıl “ kalıyor. Ayrıca ayette doğrudan sadece 50 bin yılda ulaşır denmiyor,   “miktarı” 50 bin yıl olan bir gün’’den bahsediyor. Yani burada bahsi geçen ‘’bir gün’’ öyle bir gün ki, miktar olarak 50 bin yıldan oluşuyor. Ayrıca bu surede meleklerin, Evren’in katlarını geçip Yüce Allah’ın katına ulaşabilmesinden bahsederek, uzun süreli evrensel bir olay ve hareketin kozmik (evrensel) bir ölçü olduğu izlenimini veriyor. Ayrıca bin yılın geçtiği tüm ayetlerde ‘’sizin saya geldiklerinizden ‘’dendiği halde, 50 bin yıl için sadece ‘’yıl’’dan bahsedilerek aradaki fark vurgulanmıştır.




56

DENİZ KELİMESİNİN ÇOĞUL HALİNİN GEÇTİĞİ BAZI AYETLER VE ENLEM-BOYLAM KOORDİNATLARI

18(Kehf)/60:  Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; ta iki denizin birleştiği yere kadar varacağım yahut senelerce yürüyeceğim."

25(Furkan)/53: Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur. 

82(İnfitâr)/3:  Denizler birbirine katıldığı zaman,

81(Tekvîr)/6:   Denizler kaynatıldığında,

35(Fatır)/12: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır.
Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyası çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara gittiğini görürsün


55(Rahman)/19:İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
 
Yukarıda verilen ayetlerin çok önemli bazı özellikleri vardır. Bu ayetlerde deniz kelimesi tekil halinde olmaksızın “iki deniz” veya “denizler” şeklinde çoğul haliyle geçer ve coğrafi terim olarak denizden başka bir terimden  (karalar, dağlar, nehirler vs. gibi) bahsedilmez. Örneğin 31. sure olan Lokman suresinin 27. ayetinde deniz kelimesi tekil halde de bulunmakta ve bu kriterlere uymamaktadır. Bunun yanında, bu ayetlerin sure numaraları ile ayet numaraları bir arada düşünüldüğünde çok ilginç sonuçlar çıkmaktadır. Bu rakamlar Ankebut suresiyle ilgili yapılan açıklamalardaki gibi coğrafi konumları belirleyen enlem-boylam koordinatlarına uyarlandığında, sure numarası enlem (paralel) derecesi; ayet numarasını ise boylam (meridyen) derecesi olarak kabul edilirse çıkan noktaların çok önemli bir ortak özelliği ortaya çıkacaktır. İçinde çoğul olarak denizden bahsedilen ve coğrafi terim olarak “deniz”den başka kelimenin geçmediği bu ayetlerin yukarıda bahsedilen şekilde belirlenen koordinatlarla tespit edilen noktaların hepsi denizlere isabet etmektedir.                                          

18(Kehf)/60
Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "Durup dinlenmeyeceğim; ta iki denizin birleştiği yere kadar varacağım yahut senelerce yürüyeceğim."

Harita:12

18. Sure olan Kehf Suresi 60. ayeti, 18. kuzey paraleli ve 60. doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir.

***


25(Furkan)/53:
Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O'dur. 


Harita:13


Yukarıdaki haritada 25. sure olan Furkan suresinin 53. ayeti, 25. kuzey paraleli ve 53.doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir.

***

82(İnfitâr)/3
Denizler birbirine katıldığı zaman,

Harita:14

Bu haritada da 82. sure olan İnfitâr suresinin 3. ayeti, 82. kuzey paraleli ve 3. doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir.

***

81(Tekvîr)/6
Denizler kaynatıldığında,

Harita:15

Yukarıdaki haritada 81. sure olan Tekvir suresinin 6. ayeti, 81. kuzey paraleli ve 6. doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir.

***

35(Fatır)/12
İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu ise tuzludur, acıdır.

Harita:16

Haritada 35. sure olan Fatır suresinin 12. ayeti, 35. kuzey paraleli ve 12. doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir.

***

55(Rahman)/19
İki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.

Harita:17

Bu haritada ise 55. sure olan Rahman suresinin 19. ayeti, 55. kuzey paraleli ve 19. doğu meridyeni olarak uyarlandığında haritada tespit edilen noktanın denize isabet ettiği görülmektedir. Yukarıdaki haritalarda belirlenen noktaların neden güney değil de kuzey paralellerinden ve neden batı meridyenleri değil de doğudan esas alındığı konusu daha önce Ankebut suresiyle ilgili açıklamalarda belirtilmişti.

Bu konuda ilginç bir noktaya daha dikkat çekmek gerekir. Dünya yüzeyinin yaklaşık dörtte üçünün denizlerle kaplı olduğu ve yukarıda bahsi geçen altı ayetten yola çıkılarak belirlenen koordinatların da denizlere isabet etme olasılığının yüksek olduğu söylenebilecektir. Ancak aslında durum bundan çok farklıdır. Sure ve ayet numaraları doğal olarak pozitif tam sayılar içerirler. Lise düzeyindeki matematik derslerinden hatırlayacağımız analitik düzlemi dünya haritasına uyarladığımızda, hem x (yatay) ekseninin hem de (dikey) y- ekseninin pozitif olduğu bölge, ekvatorun kuzeyinde (ekvatoru x ekseni olarak kabul ediyoruz) ve başlangıç meridyeni olan 0 meridyeninin doğusunda ( 0 meridyenini y –ekseni olarak kabul ediyoruz) bulunan bölge olarak kabul etmemiz gerekecektir. Yani belirlediğimiz bu noktalar dünyanın sadece dörtte birinden çıkarılabilen noktalardır. Daha da ilginç olanı bu bahsedilen bölge (ekvatorun kuzeyinde ve 0 meridyeninin doğusunda kalan bölge) deniz-kara oranı açısından toplam dünya yüzeyine göre ters bir orantı gösterir. Bu bölgenin yaklaşık üçte ikisi karalardan oluşur. Dünya’nın en büyük kıtası olan Asya kıtası dahil Avrupa ve Afrika kıtalarının bir bölümü de bu bölgededir. Sonuçta bu altı noktanın da denizlere isabet etme olasılığı aslında oldukça düşüktür.



57

RAHMAN SURESİ
KARIŞMAYAN DENİZLER VE BALTIK DENİZİ

 55  (Rahman)/19, 20
19.İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir.
   
20.Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar.

Sure ve ayet numaraları ile söz konusu ayetlerde geçen konuyla ilgili coğrafi bölgenin koordinatlarının enlem ve boylam olarak mucizevî bir şekilde uyum içinde olmasına bir başka örnek ise Rahman suresi ve ilgili coğrafi bölge olan Baltık Denizi’dir.

Bu konunun anlaşılabilmesi için aşağıdaki alıntılarda verilen bilgilere dikkat etmek gerekir:
Bir denizi başka bir deniz veya okyanus ile birleştiren boğazlarda, sıcaklık farkları ve özellikle tuzluluk şartları daha başka akıntılara da sebep olur; bunların oluşumu denizin iklim şartlarıyla bağıntılıdır. Bu sıcaklık ve tuzluluk farklarından, boğazlarda birbiri üzerine yerleşmiş, biri ötekinden daha fazla su taşıyan, yönleri birbirine zıt akıntılar oluşur. Tatlı su ile fazla beslenen Baltık denizi, bu yüzden Okyanus ve Kuzey denizine göre daha az tuzludur; Danimarka boğazlarında az tuzlu sular Kuzey denizine doğru yüzeyden akar, daha az hacimde bir tuzlu su kütlesi de dipten Baltık’a girer.
http://www.vik2.com/akinti/#more-77077

Tablo II. Dünya üzerindeki çeşitli denizlerin tuzluluk oranları (Janisch, 1994).
Denizler Tuz Konsantrasyonu ( ooo )
Standart deniz suyu 35
Baltık denizi 7
Hazar denizi 13
Pasifik okyanusu 34
Atlantik okyanusu 36
Kızıldeniz 43
Basra Körfezi 43
Karadeniz 18
Marmara denizi 22
Ege denizi 38
Akdeniz 43                           
Uludağ Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2002      
http://kutuphane.uludag.edu.tr/PDF/muh/2002-7(1)/htmpdf/mak15.pdf

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Baltık Denizi’nin Rahman suresindeki 19. ve 20. ayetlerini ilgilendiren çok önemli özellikleri vardır. Birincisi; Baltık Denizi yeryüzündeki denizler içinde, ‰ 7 ile tuzluluk oranı en düşük olan denizdir. Bu özelliğinin yanı sıra çevresindeki Kuzey Buz Denizi gibi denizlerle arasındaki sıcaklık farklarının da etkisiyle Baltık Denizi’ni bu denizlere bağlayan boğazlarda, birbirine karşıt yönde hareket eden çok güçlü ve sürekli akıntılar oluşmaktadır.

Tuzluluk oranlarındaki farklılıklar konusunda en çarpıcı örnek Baltık Denizi olduğundan dolayı, birbirine karışmadan ve engel oluşturmadan karşılıklı ve zıt yönlerdeki akıntılara en belirgin örnek olarak Baltık Denizi akla gelmektedir. Genellikle, Rahman suresinin söz konusu ayetleriyle ilgili olarak Atlas Okyanusu ile Akdeniz arasında Cebelitarık Boğazı’nda görülen karşılıklı akıntılardan bahsedilmektedir. Dünyanın en tanınmış deniz araştırmacısı olan Jean-Jacques Cousteau tarafından bu denizler arasında ilk kez böyle bir durumun keşfedilmesi nedeniyle (bu keşfin Kuran’da belirtilmiş olması sebebiyle müslüman olduğu da iddia edilmektedir) Atlas Okyanusu ile Akdeniz gündeme gelmektedir. Ancak, Baltık Denizinin yukarıda açıklanan özellikleri ve Yerküre üzerindeki coğrafi konumunun enlem ve boylam koordinatları göz önüne alındığında, Rahman Suresinin 19. ve 20.  ayetlerinde mucizevî bir şekilde Baltık Denizi’ne işaret edildiği fark edilmektedir.

Harita:9

Bu konuda daha da önemli bir özelliğe dikkat etmek gerekir. Söz konusu Rahman suresinin numarası olan 55 rakamı ve bundan yola çıkarak tespit ettiğimiz 55. kuzey paraleli Baltık Denizi açısından herhangi bir paralel dairesi değildir. Baltık Denizinden geçen paralel daireleri içinde bu denizden geçen bölümü en uzun olan paraleldir.

Rahman suresi Kuran-ı Kerim’in 55. suresidir. Bu 55 rakamını, daha önce Ankebut suresiyle ilgili bölümde de belirtildiği gibi, pozitif sayı olması, 55.kuzey paraleli (enlemi) olarak kabul etmemiz ve ilgili ayet numaraları olan 19 ve 20 rakamlarını da 19. ve 20. doğu meridyenleri (boylamları) olarak kabul etmemiz halinde, ayetlerde bahsedilen konuyla ilgili olan Baltık Denizinin coğrafi konumunun koordinatlarının verildiğini fark edebiliriz. Haritalardan da anlaşılacağı üzere 55. kuzey paraleli ile 19. ve 20. doğu meridyenleri Baltık Denizinden geçmektedir. Bunların kesiştiği noktalar da bu deniz üzerinde bulunmaktadır. 
 
Mucizevî özellikler bununla da bitmez. Rahman Suresinin ilgili ayetleri olan 19.ve 20. ayetlerinden yola çıkarak belirlediğimiz 19. ve 20. doğu meridyenleri de Baltık Denizinden geçen meridyenler içinde, bu denizden geçen bölümü en uzun olan iki meridyendir.

Harita:10


Böylece, böylesi bir mucizeyi ortaya koymak için seçilen sure ve ayet numaralarına ilişkin yapılan seçimlerin rastgele olmadığını ve sonsuz ve üstün bir bilginin geleceğe yönelik bir mucizenin ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde bilinçli bir yansıması olduğunu anlayabiliriz.   



58
Furkan Suresi - Bahreyn / Furat / Furkan Suresi - Bahreyn / Furat
« : Eylül 20, 2010, 01:15:20 ÖS »
FURKAN SURESİ - BAHREYN VE FURAT

Tatlı Suyla Tuzlu Suyun Karışmadığı Yer
(Basra Körfezine Dair Mucizevî Coğrafi İşaretler)

Basra Körfezi'nin (diğer adıyla İran Körfezi) uzunluğu 800 km kadardır. 80 km enindeki girişi, Kızıl Deniz'inki gibi, nispeten dardır ve adalarla doludur. Arabistan tarafında körfez yumuşak bir şekilde sığ sahillere dönüşür. “Birçok yerde denizin içinden tatlı su çıkar.” Mercan kayalıkları ve kum setleri giriş çıkışı tehlikeli yapsa da, gemicilerin kullanabileceği küçük koylar vardır. İran tarafındaki kıyı düzlükleri ise dardır, büyük ölçüde susuz ve kesintilidir.
www.geocities.com/ystezel/articles/mezopotamya/bolum2.html

(Tefhimü-l Kuran’dan/Furkan Suresi 53. ayet ve tefsiri)
İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.

Bu olgu, denizde ve karada pek çok yerde görülmektedir, yani tatlı suyla acı su yan yana bulunmaktadır. Türk amirali Seydi Ali Reis, "Meratü'l-Memalik" adlı eserinde (16. yüzyıl), İran Körfezi'nde, denizin acı sularının altında tatlı su kaynaklarının bulunduğunu ve donanması için bunlardan faydalandığını yazar. Amerikan Petrol Şirketi de içme suyu için Zahran (haritada Dhahran adıyla geçer) yakınında kuyular kazmadan önce İran Körfezi'ndeki aynı kaynaklardan su almıştı. Bahreyn yakınında da, deniz yatağında halkın son zamanlara kadar su aldığı tatlı su kaynakları vardı.
http://www.kuranmeali.com/tefsir.asp?sureno=25&ayet=53

25:53
Birinin suyu tatlı, birinin suyu tuzlu iki denizi salıveren, buna rağmen ikisinin arasına karışmalarını önleyici bir engel koyan O (Allah)tır.


Yukarıda bahsedilen ayet 25. sure olan Furkan Suresinin 53. ayetidir. Sure numarası olan 25 rakamını enlem olarak, ayet numarası olan 53. rakamını ise boylam olarak aldığımızda 25. enlem ile 53. boylamın kesiştiği nokta, aşağıdaki haritada gösterilen bölgeye isabet etmektedir. Bu bölgenin özelliği, ayette belirtilen deniz dibinden içilebilir tatlı su çıkması ve bu su ile tuzlu deniz suyunun birbirine karışmaması olayının dünyada bilinen en belirgin örneğini oluşturan bölge olmasıdır. Neden sure numarasının enlemi ya da neden ayet numarasının boylamı ifade ettiğine dair Ankebut Suresiyle ilgili açıklamalar bu konuda da geçerlidir. İki rakamda doğal olarak pozitif rakamları ifade ettiği için koordinat düzlemini haritaya uyarladığımızda 25. kuzey enlemi ve 53. doğu boylamı olarak karşımıza çıkar.

Harita:7


Dikkat edilirse Basra Körfezi’nden geçen (haritada uluslar arası adı olan Persian Gulf olarak belirtilmiştir) enlemler arasında sadece 25. enlem, denizden geçtiği hat boyunca her noktada Arabistan Yarımadası’na İran kıyılarına göre daha yakın olmaktadır. Bu özellik ile birlikte Arabistan kıyılarına paralel olarak uzanan enlem de 25. enlemdir. Yani hem Arabistan kıyılarına her noktada yakın olma hem de kıyıya paralel kısımları en fazla olma özelliği sadece 25. enlemdedir. (Kıyıya paralel olması ve yakın olması yüzölçümü olarak tatlı suyun çıktığı alanları daha çok içermesini sağlar) Sadece 25. enlemin körfezden geçtiği parçasının tamamı tatlı suyun yüzeye çıkabildiği ve haritada açık renkle gösterilen sığ olan bölgeden geçer. Örneğin yukarıdaki kaynakta örnek olarak belirtilen yerlerden Dhahran ve Bahreyn 26. enleme yakındır. Ancak 26. enlemin körfezden geçtiği kısmının tamamı tatlı suyun yoğun olarak çıktığı ve sığ olan, aynı zamanda da Arabistan tarafına yakın olan bölgeden geçmez. Kaynakta da belirtildiği gibi körfezin “Arabistan kıyılarına yakın tarafında” birçok yerde tatlı su çıkmaktadır. Tefhim-ül Kuran tefsirindeki açıklamalarda tatlı su çıktığı belirtilen yerler de bu bölge çevresindedir.

53. boylam ise Arabistan tarafında ve sığ olan ve aynı zamanda 25.enlemin geçtiği bölgenin tam orta kısımlarına denk gelmektedir. Bu bölge de denizin derinliğinin az, yani sığ olması deniz tabanından çıkan tatlı suyun mümkün olduğunca tuzlu suyla karışmadan yüzeye çıkmasını sağlamaktadır.

Özetle; İran (Basra) Körfezinden geçen enlemlerden sadece 25. enlem körfezden geçtiği hattın tamamı boyunca tatlı suyun çıkabildiği alanları içerir. Aynı zamanda yüzölçümü olarak da tatlı suyun çıktığı alanları en fazla 25. enlem içermektedir.(Örneğin bir karşılaştırma yaparsak,  26. enlemin 25. enleme nispeten daha küçük bir kısmı sığ olan ve Arabistan kıyılarına yakın yerde tatlı su çıkabilen alanları içerebilir.) İran Körfezinde Arabistan kıyısı tarafında birçok yerden tatlı su çıkabilmektedir. Ancak coğrafi konum olarak özellikle bir enlem seçmeye çalıştığımızda en uygun olanı yukarıdaki açıklamaları dikkate alırsak bu ancak 25. Enlem olur. 53. boylam ise 25. enlemdeki bu hattı hemen hemen ortasından keser ve en yoğun olan bölgenin merkezini işaret eder. Kaldı ki, bahsettiğimiz sure ve ayet numaralarının karşılığı olan 25. enlem ve 53. boylamın, deniz tabanından tatlı su çıkması ve tuzlu suyla karışmaması olayının en çok bilinen ve belirgin örneği olan İran Körfezi’nin “herhangi bir bölgesine” isabet etmesi bile zaten tek başına mucizevî bir durum oluşturduğu söylenebilir.

Ve huwellezi meracel BAHREYNi haza azbun FURATun we haza milhun ucacun we ceale beynehuma berzehan ve hicran mahcura

25:53
Birinin suyu tatlı, birinin suyu tuzlu iki denizi salıveren, buna rağmen ikisinin arasına karışmalarını önleyici bir engel koyan O (Allah)tır.

 
Furat :1.Tatlı su. 2.Fırat Nehri   
http://www.osmanlicaturkce.com/?k=f%FCrat&t=@

Bahreyn, tamamı Basra (İran) Körfezi içinde kalan tek ada devletidir.
Ayette geçen “furat” kelimesi hem tatlı su, hem de özel isim olarak Fırat Nehri anlamına gelmektedir.
Fırat Nehri suları Basra körfezine dökülen en uzun nehirdir.

Görüldüğü üzere Bahreyn ve Fırat Nehri Basra körfezi ile doğrudan ilgili olan yerlerdir.
“Bahreyn” ve “Furat” kelimelerinin Furkan suresinin 53. ayetinde geçmesi, sure ve ayet numaralarının enlem ve boylamın (25.enlem- 53.boylam) koordinat olarak Basra Körfezi’ni işaret etmesi, bir mucizedir. Bu durum, neden tuzlu su ile tatlı suyun karışmadığı diğer yerlerin değil de Basra Körfezi’nin ayette kastedilen deniz olarak esas alınması gerektiği konusuna açıklık getirmektedir.

Tatlı suyla tuzlu suyun karışmadığı deniz olarak Basra körfezi ve enlem-boylam koordinatlarının Bahreyn ve Fırat nehri anlamına gelen kelimelerinin ikisinin de bir arada ayette geçmesi ve bunların da Basra körfeziyle doğrudan ilgili olmaları hakkındaki açıklamalara 'tatlı suyla tuzlu suyun karışmadığı başka yerler de var, neden oralar değil de burası esas alınıyor' şeklinde itirazlar gelebilir. Eğer Bahreyn ve Furat  (Furat, özel isim olarak Fırat nehri anlamına geliyordu) kelimeleri ayette bir arada bulunmasaydı Basra körfeziyle bağlantısını ikna edici bir şekilde açıklayamayacaktık. Bahreyn, iki deniz anlamına geliyor. Eğer “iki deniz” ve “furat” kelimelerinin bir arada bulunduğu başka bir ayet daha olsaydı, neden o ayeti esas almıyorsun da işine gelen ayeti alıyorsun denilebilirdi. Gerçekten de Kuran’da mealen iki deniz ve furat kelimelerinin bir arada bulunduğu bir ayet daha var. Fatır suresi 12.ayette geçer. Burada da iki denizin farklı olduğundan birinin tatlı diğerinin tuzlu olduğundan bahsedilir.

Kuran da iki deniz ifadesinin geçtiği üç ayet daha vardır. Kehf 60, Neml 61 ve Rahman 19. Bunlara Furkan 53 ayeti de eklenebilir. Bu ayetlerde iki denizi belirtmek için hep “Bahreyn” kelimesi kullanılır. Ancak, nedense bir tek iki deniz ve Fırat nehri anlamlarını içeren diğer ayet olan Fatır 12’de “bahreyni” değil "bahrani" formunda geçer.




59
Sebe Suresi - Arim Seli / Sebe Suresi - Arim Seli
« : Eylül 20, 2010, 01:10:11 ÖS »
SEBE SURESİ  - ARÎM SELİ

Sebe Halkı, Ad Kavmi konusunda bahsettiğimiz, Güney Arabistan yarımadasında yaşamış olan dört büyük uygarlıktan biridir.  Sebe suresinde Sebeliler için şu bilgiler vardır:  

34 (Sebe)/15, 16
15. Andolsun, Sebe' kavmi için oturduğu yerlerde büyük bir ibret vardır. Biri sağda, diğeri solda iki bahçeleri vardı. (Onlara:) Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab!
16. Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arîm selini gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) bahçeye çevirdik.

Harita:6



Sebe suresi, Kuran’da Yüce Allah’ın uyarılarına uymadıkları için helak edilen kavimlerin birinden ismini alan tek suredir. Hicr suresinin de ismini helak edilen kavimlerin birinden aldığı düşünülebilirse de bu gerçeği yansıtmaz. Çünkü ‘’Hicr’’ kelimesi aslen coğrafi bölgenin adıdır. Kavmin adı değildir. Bu nedenle Hicr suresindeki ayette Hicr halkından ‘’Ashab ul-Hicr’’ olarak söz edilir. Sebe suresinin 15. ayetine gelindiğinde konu birden değişir, Sebe halkından ve onların yaşadıkları yerlerde büyük bir ibret olduğundan, 16. ayette de onların helakine sebep olan büyük Arîm selinden bahsedilir. Burada dikkat çekici olan nokta, Sebe kavminin başkenti olan Ma’rib şehrinin ve Arîm selinin yaşandığı bölgenin, aynen bahsedildikleri ayetlerin numaraları gibi 15. ve 16. paraleller arasında bulunmasıdır.


60
BAKARA SURESİ - İBRAHİM’İN BEYT’İ KURDUĞU YER

Kuran-ı Kerim » 2 / BAKARA – 125

Ve o vakit Kâbe’yi insanlar için dönüp varılacak sevap kazanma ve güvenilir bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından kendinize bir namazgâh edinin! Ve İbrahim ile İsmail'e şöyle emir verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secdeye varanlar için tertemiz bulundurun.»


 
Kuran-ı Kerim’de Kâbe’den bahsedilen ilk ayet 2. sure olan Bakara suresinin 125. ayetidir. Bunun yanında dikkat edilmesi gereken diğer bir bilgi de Kâbe’nin üzerinde bulunduğu ‘’enlemin’’ derece ve dakika olarak değeridir. Günümüzde coğrafi konum ve enlem-boylam tespiti için yaygın olarak kullanılan Google Earth programında ve diğer kaynaklarda Kâbe’nin konumu enlem olarak 21”25dk (21 derece 25 dakika)dır.

Bu bilgiler ışığında çok ilginç bir benzerlik ve bağıntı göze çarpmaktadır. Kuran’da Kâbe’den bahsedilen ilk ayet yani 2. Sure;125. ayeti oluşturan rakamlar sırasıyla 2, 1, 2, 5 dir. Aynı şekilde Kâbe’nin konum olarak bugün üzerinde bulunduğu enlemin değeri olan 21” 25 dk’ yı oluşturan rakamlar da sırasıyla 2, 1, 2, 5 olmasıdır.



61
Neml Suresi - Himalayalar / Neml Suresi - Himalayalar
« : Eylül 20, 2010, 12:57:38 ÖS »
                
NEML SURESİ - HİMALAYALAR

Sen dağları görürsün de, onları durgun sanırsın. Oysa onlar bulutların geçişi gibi geçip-giderler. (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah'ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan haberdardır.
27 (Neml)/ 88

Bu ayetteki “dağların bulutların geçip-gitmesi gibi hareket etmeleri” olayı, Kuran’da Dünya’nın hareket etmesi konusunda zaten bilinen ve en açık mucizelerinden biridir. Dünya’nın özellikle kendi ekseni etrafındaki dönüşüyle dağların da bulutlar gibi yürümesi olayı gerçekleşmektedir. Bu durum ancak Dünya’nın dönüşünün ve uzaydan bu olayın görüntüsünün bilinmesiyle ayetteki anlatım daha iyi anlaşılacaktır. Dünya üzerinde, dağların uzaydan bulutlar gibi hareket eder şekilde görünmesine en belirgin örnek oluşturabilecek dağ zinciri Himalayalardır.

Himalaya Dağları, Dünya’nın en büyük ve en yüksek sıradağlarıdır. Asya'nın orta güney kısmında, doğu batı doğrultusunda uzanır. Dünyanın en yüksek zirvesi Everest'i (8850 m.) içine alır.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Himalaya_Da%C4%9Flar%C4%B1

Bu dağlar, yaz-kış tüm yıl boyunca, kar ve buzullarla kaplı olduğu için uzaydan çekilen fotoğraflarda beyaz bulutlara benzer bir görüntü arz etmektedirler.



Yukarıdaki resimde de görülebildiği gibi Himalayaların büyük bölümünde bulunan kar ve buz tabakası resmin sağ alt kısmındaki gerçek bulutlara benzer bir görüntü oluşturmaktadır. Aşağıdaki diğer resimlerde de bu dağların uzaydan çekilen görüntüleri beyaz bulutlara benzer bir manzara arz etmektedir.
Bu görüntüler, ayette neden dağların hareketinin bulutlara benzetildiğini açıklamaktadır. Bu da, Kuran’ın bir başka mucizesini ortaya koymaktadır. Ancak bu açıklamaların yanında bilinmeyen başka ilginç bir durum daha vardır. Bahsi geçen ayet 27. sure olan Neml Suresinin 88. ayetidir. Enlem ve boylam bağıntılarıyla ilgili olarak diğer sure ve ayetlerde bu konuda da enlem-boylam bağıntısı kuracak olursak 27. kuzey paraleli ile 88. doğu meridyeninin birleştiği nokta Himalaya Dağları üzerine isabet etmektedir.
 

Bu konuda yukarıda anlatılanlar kadar ilginç ve dikkat çekici bir özellik daha vardır. Himalaya Dağları üzerine düşen paralel ve meridyen kesişim noktalarından neden diğer herhangi bir noktanın değil de 27. kuzey paraleli ile 88. doğu meridyeninin kesişim noktasının esas alındığı sorusu akla gelebilir. Önce 27. kuzey paralelinin esas alınma hikmetini incelediğimizde bu paralelin Himalaya Dağlarının en güney ucundan geçen paralel olduğunu görürüz. Örneğin 28. paralel de bu dağlar üzerindedir fakat en güney ucuna denk gelen paralel değildir. 26. paralel de daha güneydedir, ancak Himalaya Dağları üzerine denk gelmez.
88. doğu meridyeninin esas alınma hikmetini incelersek, 88. doğu meridyeni Himalaya Dağları üzerinden geçen meridyenler içerisinde bu dağlar üzerinden geçtiği kısımların en güney noktası, diğer meridyenlerin geçtiği kısımlara isabet eden en güney noktalarından daha güneydedir.

Neden bu dağların en güney uçlarının esas alınmış olabileceğine ise şöyle bir açıklama getirilebilir. Bilindiği üzere ve aşağıda verilen haritalardan da anlaşılabileceği gibi Himalaya Dağları doğu-batı doğrultusunda yay şeklinde uzanır. Kabaca U harfi şeklinde olan bu yayın uçları kuzeye doğru bakmaktadır. Böyle U şeklindeki bir yayın kolları üzerinde bir nokta belirlenmesi halinde, belirlenen kolun simetrik olarak karşısında bulunan diğer koldaki noktadan da esas alınan paralelin geçmesi söz konusu olur. Bu şekilde aynı temel özelliklere sahip olan, bu dağlarla ilgili iki kesişim noktası bulunacaktır. Bu durumda ise esas alınması gereken iki meridyen olması gerekecektir. O zaman da neden diğer meridyenin değil de 88. meridyenin 27. paralel ile kesiştiği noktanın esas alındığı sorusu akla gelecektir. İşte bu noktada, bu dağların güney ucuna en yakın paralel olan 27. kuzey paralelinin esas alınmış olması ve bunun sonucunda U harfi şeklinin en alt kısmının temel alınması, mantıklı bir açıklama oluşturabilmektedir. Çünkü en alt kısmında teğet olan ancak bir nokta bulunabilir. Yani iki kesişim noktası söz konusu olmaz.   





62

ANKEBUT SURESİ’NDE NEDEN PARALEL VE MERİDYENLERE DAİR ÇOK SAYIDA İŞARETLER VARDIR?

Ankebut örümcek anlamına gelir ve surenin 41. ayetinde örümceğin evinden bahsedilir. Ankebut suresi adını bu ayetten alır. Bilindiği gibi örümceğin evi örümcek ağındandır. Örümcek, ağını hiçbir zaman bir satranç tahtasının kareleri gibi örmez.

Örümcek ağındaki ilginç olan durum, doğada bulunan yapılardan hiçbirinin örümcek ağı kadar Yerküre’yi farazi olarak sardığı kabul edilen paralel ve meridyenlere benzememesidir. Aşağıdaki örümcek ağı resmine dikkatlice bakıldığında, kutuplara doğru yaklaşıldıkça birbirine yaklaşan kutuplardaki meridyenlere ve kutuplara yaklaşıldıkça daralan paralellere çok benzeyen bir yapısının olduğu hemen fark edilebilir.


Aşağıda verilen kaynaklardaki bilgilerde  “ankebut” kavramının “bir levhanın üzerindeki ağ” şeklinde tanımlandığını görmekteyiz. Bahsi geçen “levha” kavramı da yerkabuğunu ya da haritaları çağrıştıra-bilmektedir.
                             
“El -Ankebut: Levhaların üzerinde olan şebekeye denir.” MUSTAFA İbn ALİ El-Muvakkit’in USTURLAB Risalesi
Yüksek Lisans Tezi S. Ertan Tağman
http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/2332.pdf

şebeke ~ Ar şabakat [#şbk msd.] ağ, balık ağı, seyrek dokunmuş kumaş, örgü, ızgara <   
http://www.nisanyansozluk.com/search.asp?w=%FEebeke&x=20&y=16

Ayrıca dikkat çekici olan bir konu ise, Ankebut suresindeki bu ayetlerde örnek olarak verilen olayların çözümlemesini ancak ilim sahiplerinin anlayabileceğinin 43. ayette vurgulanmasıdır.

İşte bu misaller var ya, Biz onları insanlar için getiriyoruz; fakat onlara ilim sahiplerinden başkasının aklı ermez.      
29 (Ankebut)/43

Böyle bir ayet ilginçtir. Çünkü bu ayette Yüce Allah’ın mesajını belirli bilgilere sahip olmayanların anlayamayacağı gibi bir anlam içermektedir. Normal olarak bu ayeti ‘’verilen misallerin gerektiği gibi değerlen-dirilmesini ancak Allah’ın yüceliğini bilenler doğru bir şekilde yapabilirler ve gereken değeri verirler’’ şeklinde tefsir edebiliriz. Ancak, ayetin Arapçasında doğrudan ‘’âlimlerden’’ bahsedilmesi, belli konularda ilim sahibi olan kişilerin anlayabileceğinin belirtilmesi, yukarıda belirtilen mucizevî bilgilerin gelecekte belli bir ilme sahip kişilerin anlayabileceği ve ortaya çıkarılabileceği şeklinde özel bir anlatıma işaret etmektedir.  

Ankebut suresindeki bu mucizevî işaretlerle ilgili eklenmesi gereken başka bir konu daha vardır. Ankebut suresinin, sure ve ayet numaralarını esas alıp bunları ilahi vahyin geleceğe dönük olarak konulmuş işaretleri olarak belirtilmesi birçok kişiye ters gelebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, Kuran-ı Kerim iniş, yani nüzul sırasına göre düzenlenmiş haliyle bırakılmamış, Yüce Allah’ın emriyle vahiy meleği olan Cebrail tarafından peygamberimize bildirilmesi yoluyla, sure ve ayet sıraları yeniden belirlenmiştir. Diğer bir deyişle sure ve ayetlerin sıralaması da ilahi vahyin bir parçasıdır ve bunların sıra ve numaraları geleceğe dönük, yani gelecekte anlaşılabilecek mucizelere de işaret edecek şekilde, Allah tarafından düzenlenmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.

Üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu ise, sure numarası gibi işaretlerden ‘’Yüce Allah’ın bizim o mucizeyi anlayıp tespit etmemizi mi murad ettiği’’ konusunda oluşabilecek değişik fikirlerdir. Öncelikle, açıklanan ve Kuran ile bilim arasındaki mucizevî uyum olarak gösterilen bilimsel verilerin gerçekliği ile Kuran’daki anlamların doğruluğunun, Kuran’a göre uygunluğunun araştırılması gerekir. Eğer ayetlerle bilimsel veriler arasındaki uyumun gerçekliği anlaşılıyorsa artık Yüce Allah’ın bunu kastedip etmediği ya da bizim çıkarımlarımızı murad edip etmediği yönünde bir şüpheye düşmemek gerekir. Çünkü olağanüstü ve gerçek bir uyum varsa, bu uyumdan Yüce Allah’ın habersiz olduğu düşünülemez. Aynı şekilde, gelecekte insanların bilimin ilerlemesiyle bu uyumları keşfettikten sonra bunları birer ilahi mucize olarak değerlendireceklerini bilemeyeceği de düşünülmemelidir.

Bu konuda somut örnek olarak yukarıda geçen Ankebut suresi ile ilgili açıklamalar ortaya konulduğunda şöyle bir durum ortaya çıkar; Ad-Semud ve Medyen kavimlerinin yaşadığı bölgelerin coğrafi olarak merkezini işaret eden noktaların ve Hz. Musa’nın denizi yardığı yerin hepsinin 29. paralel üzerinde bulunması mutlaka Yüce Allah’ın bilgisi dâhilindedir. Aynı zamanda Ankebut suresinin 29. sure olmasını da yine Yüce Allah seçmiştir. Böyle bir mucize iddiasıyla karşılaşıldığında ilk önce, yukarıda bahsedilen yerler gerçekten 29. paralel üzerinde midir? Buna bakmak gerekir. Bu konuya olumlu cevap verdikten ve bu konuların geçtiği surenin de 29. sure olduğu tespit edildikten ve örümcek ağının da paralel ve meridyenlere benzerliğini fark ettikten sonra, ‘’Allah bunları biliyor muydu?’’, ’’acaba gerçekten bu mucizeyi keşfetmemizi mi murad etti?’’ diye düşünmemiz mantıklı düşünceye terstir. Sonuç olarak,  Yüce Allah bize ahirette, (hâşâ) ‘’ben hiç öyle düşünmemiştim ama siz ne kadar güzel ve doğruyu yansıtan bir uyum keşfetmişsiniz’’ mi diyecektir? Objektif bakış açısına sahip bir insan bu kadar net ortaya çıkan bu delillere rağmen ters bir durumu düşünebilir mi? …



63

HZ. MUSA’NIN DENİZİ YARDIĞI YER OLDUĞU TAHMİN EDİLEN BÖLGENİN ANKEBUT SURESİNDEKİ İŞARETİ


Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.
29 (Ankebut)/39

Haritada Hz. Musa'nın Mısır'dan çıktıktan sonra izlediği yol ve denizi geçtiği tahmini yer görünüyor. Aşağıdaki grafikte denizin sığ ve derin yerleri gösterilmiştir. Sina Yarımadası ve Arabistan tarafından birbirine en yakın olan bölümleri bu noktadadır.      
http://www.kuranmucizeleri.com/gecmis_02.html

Harita:4

Harita:5

Harita:6

Yukarıdaki harita ve şekillerden de anlaşılacağı üzere Hz. Musa’nın denizi yardığı yer olarak tahmin edilen bölge tam olarak 29. paralel üzerindedir. Bu da Ankebut suresinin 29. sure olmasıyla ilişkilidir.
Bu ayette bir başka dikkat çekici ve yukarıdaki bilgileri doğrulayıcı bir özellik vardır. Özellikle ayette ‘’hâlbuki onlar geçebilecek değillerdi’’ şeklinde bir cümle kullanılmıştır. Aslında bu ayette ilk bakışta ‘’geçebilecek değillerdi‘’ şeklinde bir sözü gerektirecek durumun aktarılmadığı göze çarpar. Çünkü denizden ya da denizde boğulmalarından bu ayette bahsedilmemiştir. Ancak, yukarıdaki, Hz. Musa’nın denizi yararak kavmini karşı kıyıya geçirdiği ve arkasından onu takip eden firavunun denizin tekrar kapanmasıyla sular altında kalarak boğulduğu bölgenin, (bu bölge haritadaki karanın burun oluşturduğu yerdir) Ankebut suresinde 29. paralel üzerinde bulunması hem de bu bölgeyi neredeyse tam ortasından kesmesi iddiasını göz önüne aldığımızda ayet çok daha mantıklı gelmekte ve ayette ki o mucizevî anlam ortaya çıkmaktadır.



64
Lut Gölü'nün Coğrafi Konumu / LUT GÖLÜ’NÜN COĞRAFİ KONUMU
« : Eylül 20, 2010, 12:39:37 ÖS »


LUT GÖLÜ’NÜN COĞRAFİ KONUMU

Ankebut Suresi (31-32)                                             
31. Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.
32. (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lut var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, kalacaklar arasındadır.


Ankebut Suresinin 31. ayetinde Hz. Lut peygamberin memleketinden ve o memleketin helak edileceğinden bahsedilir. Aynı surenin 32.ayetinde ise ‘’Orada Lut var’’ şeklinde bir cümle geçmektedir. Bu konuda dikkati çekmek istediğimiz olay, Lut Gölü’nün coğrafi konum olarak 31. ve 32. paraleller arasında bulunmasıdır.


Yukarıdaki haritada Ürdün ile İsrail arasındaki -408 m. olarak gösterilen göl, Lut Gölü’dür. Bazı kaynaklarda Ölü Deniz adıyla geçer. Görüleceği üzere, Lut Peygamberin memleketi ile ilgili ayetlerin numaraları ile bu bölgenin ve Lut Gölü’nün arasında bulunduğu paralellerin numaraları “31. ve 32. ayet”  ile  “31. ve 32. paralel” arasında tam bir uyum vardır.

Lut peygamberin memleketi ile Lut Gölü’nün coğrafi konumunun paralel ve meridyen bağıntısı ile ilgili ilginç ve farklı bir durum dikkati çekmektedir. Bu konuda paralel ve meridyenlerin kesişim noktası değil, ayet numaralarından çıkarılan iki paralel aralığı esas alınmaktadır. Bu durumun sebebi, Lut Gölü’nün merkezi olarak kabul edilebilecek bir noktanın veya Lut Gölü üzerindeki herhangi bir noktanın, sure ve ayet numaralarıyla temsil edilecek iki tamsayının oluşturduğu paralel ve meridyen değerlerinin kesişim noktasına denk gelmemesidir. Yukarıdaki haritalarda Lut Gölü’nün coğrafi konumu incelendiğinde tamsayılarla temsil edilebilecek paralel ve meridyenlerin kesişim noktasına denk gelmediği görülmektedir. Paralel değeri olarak ancak 31. derecenin küsuratını ifade eden dakika ve saniye değerlerine, meridyen olarak da 35. derecenin küsuratını ifade eden dakika ve saniye değerlerine karşılık gelebilmektedir. Örneğin, 31. kuzey paraleli ile 35. doğu meridyeninin kesişim noktası Lut Gölü’ne denk gelseydi, o zaman, “neden 31. surenin 35. ayetinde Lut Gölü ile ilgili bir bilgi ve bağıntı aranmıyor?” denilebilirdi. Ayrıca neden iki meridyen aralığı değil de iki paralel aralığının esas alındığı konusuna da şöyle bir açıklama getirilebilir:

İki paralel aralığı, diğer bir deyişle ardışık olan iki paralel arasındaki mesafe dünyanın her yerinde aynıdır (111 km). Ardışık iki meridyen arasındaki uzaklık ise her yerde aynı değildir. Ekvatorda en geniştir ve kutuplara yaklaşıldıkça daralır. Nihayet kutuplarda “0” olur. Bu nedenle iki paralel aralığı daha net olan belirgin bir uzaklığa ve bölgeye karşılık gelebilmektedir. Bunun yanında, bir noktanın koordinatı verilirken ilk olarak paralel (x) değeri verilir. Bu açıdan da paralel değerlerinin meridyenlere göre önceliği olduğu düşünülebilir.

Bu konudaki açıklamalar, ileriki bölümlerde görülecek olan Sebe Suresi ve Arîm seli ile ilgili konuda da geçerli olacaktır.


65

ANKEBUT SURESİNDEKİ MUCİZEVÎ COĞRAFİ İŞARETLER


Günümüz coğrafya biliminde, dünyadaki herhangi bir bölgenin nokta olarak yer tespitinin yapılabilmesi, belirli ölçümlerle yapılmış enlem-boylam koordinatlarının bilinmesine dayalıdır. Bu koordinatlar iki unsur içermektedir; enlem (paralel) ve boylam(meridyen). Kuran-ı Kerim’deki anlatım ve cümlelerinin de bir koordinatı vardır; bunlar sure ve ayet numaralarıdır. Peki, Kuran’da bahsedilen bir coğrafik mekânın geçtiği sure ve ayet numaralarının tam olarak enlem ve boylam karşılığı olduğunu fark etseniz ne düşünürdünüz? Üstelik o ayetlerde olayın meydana geldiği ya da kavimlerin yaşadığı bölgeye dair işaretler olduğu da anlatılıyorsa…  

29. sure olan Ankebut suresinin 38. ayetinde Semud ve Ad kavminin meskenlerinden, yani oturdukları yerlerin beyan edildiği anlatımı vardır. Ayetin bu açıklamasına göre helak olmuş bu toplulukların yaşadığı bölgenin Dünya üzerindeki coğrafi konumu, Kuran’da mucizevî bir işarete tekabül etmektedir.

29. Sure  (Ankebut) / 38. Ayet

Semud kavminin yaşadığı Hicr bölgesinin Medine ile Şam arasında olduğuna dair birçok kaynakta bahsedilmektedir.

Hicaz ile Şam arasında olduğu bilinen “Hicr” bölgesini harita düzleminde gösterebilmek için pratik bir çizim olarak harita üzerinde iki noktayı gösterebilecek şehirlerarasında bir doğru çizildiğinde Ad ve Semud kavimlerinin yaşadığı Hicr mevkisinin bu doğrunun 29. kuzey paraleli ile 38. doğu meridyeninin kesiştiği noktada bulunduğunu görürüz.

Harita:1

Harita:1’de görülebileceği üzere Hicaz bölgesindeki Medine ile Şam (Damascus) olan bu iki şehrin temsil ettiği noktaları birleştiren doğru parçasının tam orta noktası, çok küçük hata payları ihmal edilirse Ad ve Semud’un yaşadığı bölgenin merkezine (29:38 koordinatına) isabet etmektedir. İsteyen herkes bu özelliklerin doğruluğunu herhangi bir harita üzerinde basit bir cetvel yardımıyla test edebileceği gibi, yaygın olarak kullanılan bazı harita programlarıyla da inceleyebilir. Aşağıdaki alıntı bilgilerinde ve haritalarda bu özellikler anlaşılmaktadır.

Hicr; Semud kavminin, Medine ile Şam arasında bulunan yurtlarının adıdır.       
 http://www.ilimdunyasi.com/peygamberler-tarihi/semud-kavmi-ve-yurdlari/

… Bu kavmin adı Semud'du. Yerleri Medine ile Şam arasında Hicr'di.
http://peygamberler.8k.com/salih.htm


Semud, Ad'dan sonra idi. Onların yurtları, Hicaz ile Şam arasındaki, Vadi el-Kura ve çevresinde meşhur olup, Allah Resulü (s), hicretin 9. senesi Tebük'e giderken, onların yurtlarına uğramıştı.
http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/semud/semudsalih.asp

Suudi Arabistan haritasında görüleceği üzere, Semud kavminin yaşadığı yerler olarak belirtilen Hicaz ile Şam arasındaki Vadi El Kura denilen bölge (Harita:2’de Al-Qurayyat olarak gösterilen bölge) 29. kuzey paraleli ve 38. doğu meridyeninin kesiştiği yerdedir.

Görüldüğü gibi Semud kavminin yaşadığı yerlerin beyan edildiği belirtilen Ankebut suresinin sure numarası olan 29 rakamı o bölgenin kaçıncı paralelde olduğunu ve ayetin numarası olan 38 rakamının da hangi meridyende olduğunu net bir şekilde açıklamaktadır. Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’in indirildiği dönemde paralel ve meridyen kavramları henüz bilinmiyordu.

Harita:2











                                            


   

Ayrıca, neden güney değil de kuzey paralelinin ya da neden batı meridyeni değil de doğu meridyeninin esas alındığı şeklinde bir soru akla gelebilir. Ankebut suresinde o dönemde yaşayanlar ve ilk müslüman olan toplumlar kastedilerek, ‘’onların yaşadıkları yerleri siz de gördünüz’’ denilmektedir. Bunun yanında birçok kaynakta peygamberimizin de onların yurtlarına uğradığı belirtiliyor. Bu bilgilerden yola çıkarak o zamanki İslam ümmetinin de gördüğü ve uğradığı bir yer olması gerektiği ve bundan dolayı da yer itibariyle Arabistan Yarımadası çevresinde bulunması gerektiği, bundan yola çıkarak da kuzey paraleli ve doğu meridyenlerinin esas alınması gerektiği sonucuna varabiliriz. Bununla beraber neden sure numarasının paralel olarak, ayet numarasının ise meridyen olarak kabul edildiği şeklinde de bir soru akla gelebilir. Dünya yüzeyini bir koordinat düzlemi olarak düşünürsek, herhangi bir noktanın koordinatları verilirken önce X ekseninin değeri, sonra Y ekseninin değeri  (x,y) şeklinde yazılır. Kuran’dan bir ayet belirtilirken de önce sure numarası, sonra ayet numarası verilir. Ayrıca sure ve ayet numaraları pozitif tam sayılardan oluştuğu için, koordinat düzleminde her iki bileşenin pozitif (+x, +y) olan bölgeyi dünya haritası üzerine uyarladığımızda, ekvatorun kuzeyi ve 0 meridyeninin doğusunda kalan bölge, kuzey paralelleri ve doğu meridyenlerine karşılık gelir. Bu iki durumu bir arada düşündüğümüzde yukarıdaki soru net olarak aydınlanmaktadır. Bu konudaki açıklamalar, bu kitaptaki paralel ve meridyenlere dayalı diğer coğrafi mucizeler için de geçerlidir.

Ankebut Suresi  (35-37)
35. Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.                           
36. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.            
37. Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.  


Ankebut Suresi’nin 36. ayetinde Medyen halkından ve 37. ayetinde de onların yurtlarından söz edilmektedir. Aslında bu ayet numaraları da sure numarası olan 29 ile birlikte Medyen halkının yaşadığı bölgenin coğrafi konumunu,  yani paralel ve meridyenlerini işaret etmektedir.
Medyen, Akabe körfezinden Humus vadisine kadar uzanan bölgenin adıdır.
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/dinikavramlaryazdir.asp?id=111

Bunlar, Kuzey Arabistan ile Güney Filistin arasındaki bölgede ve Kızıldeniz ile Akabe Körfezi Kıyılarında olmak üzere, haritalarda 29. kuzey paralelini ve 35, 36, ve 37. doğu meridyenlerini kapsayan bölge Medyen olarak bilinen coğrafi bölgeyi belirlemektedir. Ankebut 35. ayette de ‘’bırakılan bir ibret nişanesinden bahsedildiği için’’ 35. meridyenden itibaren, yani Akabe Körfezinin doğu kıyılarından itibaren başlatılabilir. 35. ayet sadece Lut Kavmi ile ilişkili olarak kabul edilebilir. Bu düşünce kabul edilmese bile 36. ve 37. meridyenlerle 29. paralelin birleştiği noktaların işaret ettiği bölge, Medyen halkının yaşadığı bölgelerin merkezini belirleyen toprak parçalarını belirttiğini kabul edebiliriz.

Harita:3

Kaynak:www.expedia.com

Yukarıdaki harita, Medyen Kavminin yaşadığı coğrafi bölgeyi işaret etmektedir.
http://www.yaklasansaat.com/eski_kavimler/medyen/medyen.asp

 ...ve bu haritalar da










Kuran'da Ad ve Semud Kavimleri'nin isimleri daima birlikte anılır. Dahası Allah, ayetlerde, Semud Kavmine Ad Kavmi'nin helakından ders almalarını öğütlediği belirtmektedir. Bu anlatım, Semud Kavmi'nin Ad Kavmi hakkında detaylı bir bilgiye sahip olduğunu gösterir.

Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur... Ad sonrası sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
7 (Araf)/ 73, 74

Ayetlerden anlaşıldığına göre Ad Kavmi ve Semud Kavmi arasında bir ilişki vardır, hatta belki de Ad Kavmi, Semud Kavmi'nin tarihinin ve kültürünün bir parçasıdır. Hz. Salih, Semud Kavmi'ne Ad Kavmi'nin örneğini hatırlamalarını ve bundan ders almalarını emretmektedir.       
http://www.kavimlerinhelaki.com/semudkavmi1.html

Ad kavmi, isyanları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. İman ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semud denilen kimsenin evlatlarıdır. Semud kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti.    
 http://www.nurcafe.com/dini/salih_aleyhisselam.html


Semud kavmi Ad kavminin halefi olan bir topluluktur. Aslında aynı topluluğun devamıdır. Bundan dolayı Semud kavminin yaşadığı bölge olarak paralel ve meridyenlerin Ad kavmi için de geçerli olduğu düşünülebilir. Zira Ad kavminden önceki yaşadıkları yerlerden (Arabistan Yarımadası’nın güneyi) göçenler Semud kavmini oluşturmaktadır.   



Sayfa: 1 2 [3]
free counters